İltifât ibrâz idüp ey Mefhar-ı devrân Sana
Nezdine davetle ikrâm eyledi Yezdân Sana
Hâk-i pây oldu Efendim, çerh-i nûr-efşân Sana
Hâke indi gökten istikbâl için Kur’ân Sana
Üç aylar, Müslümanlar nazarında çok mübarek ve mühimdir. Çünkü bu aylar Ramazan’ın arefesi sayılır, Mevlid Kandili dışındaki bütün mübarek geceler de bu aylarda bulunmaktadır. Üç ayları şereflendiren kutsal gecelerden birisi Receb ayının 27. gecesi (2 Nisan) olan Mirac Gecesidir. Bu mübarek gece Peygamber Efendimize dolayısıyla da Müslümanlara bahşedilmiş bir hediyedir. Allah Rasûlü (s.a.s.), yürüttüğü İslâmî mücadele, Hazreti Hatice gibi bir dost, eş, yardımcı ve Peygamberimizi ve İslâm’ı himaye eden Ebû Tâlib’i kaybedişinden sonra müptelâ olduğu gönül darlığından kurtarıp esenliğe kavuşturmak için Allah Teâlâ kendisine Miracı bahşetti. Bu gecede Muhammed aleyhisselâm, Allah’ın lütuf ve keremiyle Mekke’den Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Sidretü’l-Müntehâ adı verilen makamı aşıp zaman ve mekândan münezzeh olarak Rabbi ile buluştu.
Kur’ân ve Peygamber Efendimizin hadislerinden edindiğimiz bilgilere göre, bu gecede Allah’ın Habibi Muhammed aleyhisselâm, bir anda Mescid-i Aksâ’ya gitmiş ve orada hazır bulunan bütün peygamberlere iki rekât namaz kıldırmıştır. Bunun ardından vahiy meleği Cebrail’in eşliğinde Burak adlı mahiyeti bilinmeyen bir varlık tarafından göklere çıkarılmıştır. Daha sonra ise Yüce Rabbimizle kavranması imkânsız bir şekilde esrarengiz bir buluşma yaşanmıştır. Bu olayın Mescid-i Aksâ’ya kadar olan kısmına gece yolculuğu anlamında “isrâ”, devamına ise yükseliş veya yükselme aracı anlamında “mirac” denmektedir. Bu olayın nasıl gerçekleştiğini Peygamber Efendimiz ayrıntılarıyla anlatmıştır. İsrâ ve mirac olayı, Türk edebiyatı eserlerine de konu olmuştur. Osmanlı döneminde “Miraciye” isimli eserler kaleme alınmış, Süleyman Çelebi’nin yazdığı Mevlid-i Şerif gibi eserlerde de ayrı bölümlerde konu edilmiştir.
Peygamber Efendimizin bu miracı/yükselişi kendisine inananların da yükselişi haline geldi. Çünkü O’na bahşedilen bu büyük nimet, mucize olmakla birlikte, insanlık için bir imtihandı. Bu olayı cân u gönülden kabul edenler olduğu gibi, inkâr edenler de oldu, olmaktadır. Hazreti Ebû Bekir’i sadâkat makamına yükselten, Sıddîk yapan bu olaydır. Hazreti Ebû Bekir, konuştuğunda nefsinden, kendinden konuşmayan Yüce Peygambere kayıtsız şartsız inanarak, bağlanarak ve sadâkat göstererek
Allah ve Müslümanların sevgi ve saygısını kazandı, kıyamete kadar iyilikle anılmayı hak etti. Hazreti Ebû Bekir es-Sıddîk bu olayda gönlün enginliğini aklın sınırlılığına tercih ederek Allah ve Rasûlü’nün en sevgilisi haline geldi.
Esrarlı Mirac olayının müminler açısından önemi o gece Nebîler Sultanına ihsan edilen hediyelerle de artmaktadır. Allah Teâlâ, Peygamber Efendimize bu mübarek gecede Bakara sûresinin son iki ayeti, beş vakit namaz ve Allah’a şirk koşmayanların dışındakileri bağışlama gibi üç değerli şeyi ihsan etti.
Beş vakit namazı kılmak insanın manevî alemlerde mirac etmesi, yükselerek seyr ü sefer etmesi demektir. Müminlerin ruhî dengelerinin korunması açısından eşsiz bir değere sahip olan namazın bu gecede farz kılınması bir tesadüf değildir, elbette. Rasûlüllâh’ın (s.a.s.) bu gecede ulaştığı makamları, müminler ancak namazı iç ve dış şartlarına riayet ederek kıldıkları durumda yaşar ve idrak edebilirler. Bu, beş vakit namazın insanın gönül alemini aydınlatması için sunulan ne büyük bir lütuf olduğunu göstermektedir.
Böyle kutlu bir geceyi bizlere ihsan eden Rabb’imize şükreder, Müslümanlara hayır getirmesini dileriz.
İnsan, Cenab-ı Allah tarafından yaratılmıştır. Bu yaratılışın ilk faslı ruhlar aleminde, elest bezminde gerçekleşmiş, ikinci faslı cennette yaşanmıştır. Devamı ise dünyada yaşanmaktadır. Varlığını yeryüzünde sürdüren insanın genetiğinde yaratılış..
İslâm dini insanın bütün hayatını kuşatan itikadî, fıkhî ve ahlâkî normlar bütünüdür. Hatta İslâm dinî sadece dünya hayatıyla sınırlı olmayıp dünya ötesi, ahiret hayatı ile ilgili konulara da taalluk etmektedir. İnsan, ömrü boyunca her an bir şeyler..
Şükür, insanın fıtratından gelen, yani doğal özelliklerinden biridir. Yapılan iyiliğe, verilen nimete değer vermek, kadirşinaslık göstermek ve bunu bir şekilde şükran ve teşekkür ile dile getirmek anlamına gelen şükür, nankörlüğün zıddıdır. Zira nankörlük,..