Dilimizdeki oruç kelimesi, Farsçada gün anlamına gelen “rûz” sözünden türemiş “rûze” sözünden gelir. Farsça da oruç tutana “rûze-dâr” derler, bu da oruç tutan demek. Bu ifade dilimize de geçmiş ki, şair Necati Bey onu bir beytine ne güzel nakşetmiş:
Rûzedâr olanlara zülfün salâ-yı şâm eder
Ehl-i şevk ile hilâl ebrûların bayram eder.
Ey sevgilim! Oruç tutanlar, senin saçının siyah zülfünü görmekle akşam namazı, yani iftar vaktinin geldiğini anlar; senin özlemini çekenler hilâl misali kaşlarını görünce de Şevval ayının gelişini gösteren hilâli görmüş gibi bayram ederler.
Bu ve benzeri ifadelerden “oruç tutmak” ifadesinin Farsçadan geldiğini anlıyoruz. Ancak oraya da Arapçadan geçtiği anlaşılıyor, zira orucun Arapçadaki karşılığı olan “savm” uzak durmak, kendini tutmak anlamına gelir. Hatta oruç tutmaya başladığımız vakte Arapçadan dilimize geçen ve yine tutmak anlamına gelen “imsak” sözünü kullanırız. Sadece kelimelerin lafzî anlamından hareketle orucun kendini tutma, alıkoyma anlamı taşıdığı anlaşılır.
İslâmî bir kavram olarak oruç tutmak, sabahın erken saatleri olan imsak vaktinden güneşin batışına kadar gün boyu kendimizi yeme, içme ve cinsel temastan korumak, alıkoymak, nefsimizi tutmaktır. Ancak fıkh-ı zâhir, yani dış şartlar açısından bu yeterli olmakla birlikte fıkh-ı bâtın, yani iç kurallara göre bu kadarı yetmez. Zira orucun bir hedefi vardır, o da insanı erdemli, sorumlu ve takva sahibi yapmaktır. Bunun için bütün organlara oruç tutturmak gerekir, zira bu yapılmazsa Peygamberimizin ifadesiyle “sadece aç ve susuz kalmış” oluruz.
Tam anlamıyla oruç tutmak için dilimizi tutmak da çok önemlidir. Eskiler oruçluyken “ağzım kapalı” derlerdi. Lisanımızda “Ramazan ayında ağzı mühürlemek” diye bir tabir de var, oruçlu kişi için “mühür-dehân”, ağzı mühürlü ifadesi de kullanılır. Yani oruçlu bir şey yemez ve içmezken, aynı zamanda ağzından olumsuz şeyler de çıkmaz. Yani oruçlu kişi ağzını mühürleyerek yalan, iftira, dedikodu, gıybet, hakaret gibi gönül kırıcı, kul hakkını ihlâl edici sözlü davranışlardan kendisini tutar. Hatta yanlış bir şey söylerim diye bazen konuşmaz. Bunun için Allah’a yakın olma gayreti içerisinde olan kişiler her zaman kıllet-i taâm, kıllet-i kelâm, kellet-i menâm yani az yemek, az söz ve az uyku ilkesine uymuş ve böylece kalplerini arıtarak ruhlarını yüceltirler. Biz de onların yolundan giderek orucu öyle tutalım ki, bize kazandıracaklarını kaçırmayalım.
Selâm ve afiyetle...
1878 yılının Temmuz ayında 10. Rus-Türk Savaşı’nın ardından yapılan Berlin Kongresi’nde Balkanlar’daki Bulgar nüfusunun yaşadığı topraklar, beşe bölündü . Kuzey Dobruca , Romanya’ya verilirken Niş Sancağı nı Sırbistan aldı. Tuna nehri ile Stara..
Allah’ın, her şeyi bilen anlamındaki el-Alîm ve kendisinden habersiz hiçbir şey olmayan anlamına gelen el-Habîr isimlerinin tecellisi olarak yaratılan varlıkların en şereflisi olan insanın bilgi edinmeye ve paylaşmaya, haber alıp vermeye özel bir..
Rusenski Lom nehri vadisinin tepelerinde, Bulgaristan’ın en etkileyici manevi merkezlerinden biri saklıdır. Burada, 13. yüzyılda “Az. Arhangel Mihail” (Başmelek Mikail) İvanovo kaya manastırının bir parçası olarak inşa edilmiş, nehrin iki kıyısında..
İslâm dini, her insanı belirli hak ve sorumluluklar taşıyan bir şahsiyet olarak kabul eder. Her şeyin sahibi olan ve Mâlikü’l-mülk ismini taşıyan bütün..